TÜRK DÜNYASININ KÜLTÜREL MESELELERİ ÜZERİNE BİR METOT DENEMESİ

Büyük hayallerin, daha doğrusu büyük ideallerin faydasına inanırım ama ferdi açıdan, hayat şartları ve imkânlar, devletler bakımından, kendi imkânları ve dünya güçler dengesi göz önünde tutulmazsa, fazla hayale kapılmak hüsrana da sebep olabilir. Ülke insanlarını, harekete getirir diye başladığınız gayretler, güzel bir hayal, bakarsınız ki bir ümitsizliğin ve moral bozukluğunun kapısını açar ve içinden çıkmak bile zorlaşır.

Milletlerin ülkülere ihtiyacı var, doğrudur. Ama bunların mümkün olup olmayacağı üzerinde pek durulmaz. Dünya gidişatı, güçler dengesi, kendi imkânlarımız ve coğrafi şartlar hepsi göz önünde tutulması gereken hususlardır.

Dünyada yalnız kendinin var olduğunu zannedenlerin bir gün bu rüyadan kâbusla uyandıkları da görülmüştür.

Denilebilir ki hiç mi hayalimiz, ülkümüz olmasın? Böyle söylemek de eksik olabilir. Mesela ben Nobel’e koştuğuma inanıyorum. Her eserlerimle adım adım bir merhaleyi aşıp, bir seviyeyi yakaladığıma inanıyorum. O halde ben çalışmaya devam etmeliyim. Türk Milleti için de bu böyledir. İlmen ve tarihen aynı kökten geldiğimizden kimsenin bir şüphesi yok. Aramızdaki münasebetler kâmil manada olması gereken noktada mı, diye sormak ve önce beyinlerdeki yakınlığı tazelemek, sonra da eser sayfalarında bir araya gelerek, bu yakınlığı ve beraberlik duygularını pekiştirmek gerekir.

Üç kelime ideal, ülkü, mefkûre hepsi de insan müfekkiresinin istikbale matuf bir takım mükemmellik tasavvurları olarak tarif edilebilir. Her birikimde farklı ayrıntıları, farklı beklentileri içinde taşır. Bu üç kelime aynı manaya karşılık olarak dilimizde kullanılmaktadır. Tabii ki böyle derinlikli kavramların da birikim ve tahayyül gücü nispetinde şekillenen, zenginleşen bir mahiyeti vardır. Ben alışkanlık olarak ütopya diyorum ama kastım bu üç kelimenin içerdiği manayı ifade etmektir.

Tarihte konuşulan ütopyalardan birisi de İslam birliği hayali. Halen buna inanan insanlar vardır. Önce bu konuda yapılması gereken alt yapı çalışmaları yapılmış mıdır? Yani kendini Müslüman sayan ülkelerde fertlerin öncelikleri nelerdir, onların değerler nizamında en ön sırayı alan duygu ve düşünce hangisidir? Bu duygularla düşünceler yeni yetişen nesillerdeki anlayışlar ve o ülkenin kültürünün takip ettiği eğilim (trend) nedir, nereye doğru yol alıyor. Aklın ve ilmin rehberliğine doğru mu, yoksa zaman içinde şekillenen bir kültürü aynen devam ettirmek yönünde mi? Genel gidişat her ülkede yapılacak ciddi saha çalışması ve anketlerle tespit edilmesi ve ülkelerin genel vaziyeti hakkında bir düşünme ve yorum zemini kuracak kadar bir bilgi elde etmek ilk akla gelen seçeneklerden birisidir.

Bütün bunları düşünürken ülke yönetimlerini etkileyen siyasi ve kültürel yapı ve birikimler ile dışarıdan gelen telkin ve baskılara ne kadar açık veya kapalı olduğunu hiç akla getirmedik. Bu çalışmaları yapan yönetim bu anket ve benzeri çalışmaları ne kadar objektif bir davranışla yapacaktır? Sorular artırılabilir. Bu gibi sorular her ütopya için sorulabilir. Meşhur bir sözümüz vardır sirkeyi sarımsağı hesap ederseniz ağız tadı ile bir paça çorbası içemezsiniz. Biz bu paça çorbası içme isteğimizin birinci halkası olarak neler düşünüyoruz? 

Türk Dünyasının Meseleleri

Türk Dünyasının meselelerini baklalı bir zincire benzetiyorum. Bu zincirin her baklasını tek tek çözmek daha mantıklı görünmektedir. Zorlukları parçalara mümkünse bölmek ve her birini hayata geçirmeye çalışmak, yapılacak işlerden öncelikli olanıdır.

Tarih yazımını, kültür ve edebiyat tarihi yazımı ile birleştirmek ve zaman içinde, her dönem belki yüzyıl bazında ele alınması düşünülebilir. Dönemin bilim adamları, şair ve yazarları, yapı ve yazı üstatları, bestekâr ve ressamlarıyla süslemeden; tarih, sanat tarihi ve medeniyet tarihi ile süslemeden yazılacak tarih derinliksiz, renksiz ve kısır kalmakta devam eder. Mevcut yazım metodunu  gençler bilmem ne kadar beğeniyor?

a) Arkeolojik Kazılar ve Abideler

Arkeolojik kazılar ve dikili ve yazılı taşlar (âbideler) tarih yolculuğunda yerini almadıkça tarih zarafet ve sanatın büyülü havasından mahrum kalır.

Önce bu büyük milletin tarihini yazarken; coğrafi mekânlar belirtilerek ana kaynağın yeryüzüne nasıl ve ne gibi sebeplerle dağıldığını önce belgeler ve sahih bilgiler ve bunların zayıf kaldığı noktalarda; sağlam bir mantık silsilesi içinde yazmak, böylece coğrafyayı tarihin akışı ile besleyerek, birbiri ile irtibatlı bir şekilde anlatmak gerekiyor.

b) Dünyanın Diğer Kültür Merkezleri Ne Durumdadır?

İlmi çalışmalar ve dönemin temel eserleri ve bilim ve kalem sahiplerinin monografileri ve buluşları anlatılırken, aynı yüzyılda başka kültür merkezlerinin durumu, bilim ve kültür seviyeleri objektif  bir karşılaştırma ile anlatılmalıdır. Burada ilgi çekecek bazı noktalar vardır. Mesela 10. Yüzyılda sanat ve kültür olarak Uygurlar adıyla anılan Türk boyu, diğer coğrafi mekândaki Türklere göre mesela minyatürde daha gelişmiş ve daha zengin olabilir. Bunun kadar normal bir şey olamaz. Çünkü her coğrafi sahanın (ülkenin) şartları farklıdır ve farklı komşuları, farklı mücadeleleri ve farklı gayretleri olabilir. Bundan tarih yazıcısının hiçbir komplekse kapılmadan aynı camianın bir bölümü olarak onun hakkını ona teslim etmek durumundadır. Zaten tablonun tamamına baktığımız zaman ilginç birikim merkezlerini, daha doğru bir ifade ile medeniyet merkezlerini görecek ve tarih içinde yaptığımız hayat ve hayat- memat mücadelelerinden nasıl ve nelerin sayesinde zaferle çıktığımızı da görmüş olacağız.

c) Meseleleri Yüzyıl Yüzyıl Birimleriyle Anlatmak

Tarihle sanat tarihini ve Türk medeniyet tarihini de yüzyıl yüzyıl olarak bu geniş coğrafyada çağa damgasını vuran bir sanat eseri, bir birikim, bir teknoloji varsa onu ortaya getiren zekâları da; asrı süsleyen hüccetler olarak; bu çalışmada yerlerine konulsa, yöneticiler ve devlet yapısı hakkında da, özellikle sanat ve bilimsel çalışmaları, teşvik eden ve imkân veren, çeşitli şekillerde yardımcı olan yöneticiler de kayda alınmış olsa güzel bir iş yapılmış olur diye düşünüyorum.

Yapılacak bu büyük çalışma ile her coğrafyadaki (ülkedeki) gençlerimiz fikri, edebi, ilmi, sanatsal varlık gösteren şahsiyetlerini aynı yüzyılı süsleyen zekâlar olarak görecek ve buradan bir duygudaşlık ve beraberlik duygusu, bir maneviyat kazanacaktır.

ç) Bu araştırmalar her yüzyıl için bir ekip oluşturularak başlanabilir.

Bir de çağdaş bilim insanları, şair ve yazarlar ve sanatkârlar, bütün bu çalışmalara destek sağlayan, teşvik eden yönetimleri de bu çalışmalarda layık oldukları biçimde ve muhtevada, ifade etmek, yeni nesiller için özendirici etkiler yapacaktır.

Bütün bu gayretlerle ve aynı yüzyıldaki diğer kültür gruplarının birikimleriyle karşılaştırarak genel gidişatımızın bir değerlendirmesini yapmak düşünürlerin vazifesi haline gelecektir. Yönetim biçimleri ve hürriyet ortamı ile kalkınma arasındaki münasebet de düşünürlerin üzerinde duracakları konulardan birisi olmalıdır.

d) Çağla Yarışmak Hedefi Ortak Payda Olabilir

Çağla yarışmak bize yeni Türkiye’nin yani Türkiye Cumhuriyeti yönetiminin ve onun kurucusu Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün gösterdiği en büyük hedeflerden birisidir. Çağı yakalamak ve geçmek.

Başarı ve yükseliş çizgisinin yavaşladığı, aşağıya doğru seyir takip ettiği ve bazen de büyük bir sıçrayış yaptığı dönemleri gözlemlemek ve bu sıçrayış dönemlerinin sebepleri ve sonuçları üzerine yorumlar vermek bize yeni görüşler ve yeni metotlar ilham edeceğine inanıyorum.

Bütün bu çalışmalar ortak bir fonla güçlendirilmeli ve yayınlanmalı, bu çalışmalar şemsiye dil teklifinin hayata geçirilmesi için bir fırsat olarak değerlendirilmelidir.

Türk Dünyası meseleler zincirinde belki de birinci sırada olması gereken bakla iletişim meselesidir. Dil uzmanları bu konuda neler düşünür ve neleri teklif ederler bilemiyorum. Ben meselelere uygulanabilirlik açısından bakarım ve bu işe başka ülkeler nasıl çözüm üretmişler diye bakarım. Benzer bir çözümü Türk Dünyasından teklif eden yazarlar ve bilim insanları var.

Türkçenin kollarını bir araya getirmek uzun zamana ve çalışmalara ihtiyaç gösteriyor, bizim acilen bu iletişim meselesinin çözmemiz gerekir diyorlar. İngilizce nasıl Avrupa’da bir iletişim ve ticaret dili olarak, şemsiye dil olarak kullanılıyorsa, Türkiye Türkçesi de Türk dünyası için bir şemsiye dil görevi üstlenebilir teklifine ben de sıcak bakıyorum.

Ticari, ekonomik ve kültürel çalışmalara hız vermek için şemsiye dil uygulamasına geçmek bir ihtiyaç haline gelmiştir. Nasıl Batı dünyası ticari ve ekonomik ve diplomasi yönlerinden iletişim için İngilizceyi şemsiye dil olarak kabul etmişse, Türk dünyası olarak biz de Türkiye Türkçesini böyle bir şemsiye dil olarak kabul ederek önemli bir mesafeyi kat etmiş oluruz.

Şemsiye dil meselesi çözülünce ikinci basamak olarak iktisadi ve ticari meselelerimiz için bir danışma ve AR-Ge komitesini faaliyete geçirebiliriz. Bu bir uzmanlar komitesi olabilir. Bunu karşılıklı yatırım, yardımlaşama ve imkânları birleştirme gibi çalışmalar yapılabilir. İthal kalemlerinin birbirlerinden temin edilmesi düşünülebilir. Her türlü yayının dolaşımı, dağıtımı satımı düşünülebilir. Önemli eserlerin her lehçe için yayımı ilgili bakanlıklarca hayata geçirilebilir. İsmail Özmel

  • 18.12.1933’te Niğde’de doğdu. Niğde Dumlupınar İlkokulu (1946), Niğde Ortaokulu (1949), dört yıla yakın İstanbul’daki lise öğrencilik yılları (1949-23.6.1953), Niğde Lisesi (1955), Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi (1959) mezunu. Bir süre öğretmenlik yaptı. (1962-1967). Genelde serbest avukat olarak çalıştı.

  • Galeri

  • İletişim