TÜRK DEVLET GELENEĞİNDE ÖRFİ HUKUKUN YERİ İSMAİL ÖZMEL

Türkçe konuşan coğrafyalarda Türkler bilinen en eski

dönemlerden başlayarak tarih içinde birçok devlet kurmuş, bulunduğu coğrafyaları imar etmiş, kültür ve medeniyetini bu coğrafyalarda şekillendirmiş, kalıcı eserlere vücut vermiştir. Devlet yapısını şekillendiren ve ona hayatiyet kazandıran kurallarda, cumhuriyete kadar geçen dönemde, Türk devlet yapılanmasında örfi hukukun yeri ve önemi üzerinde duracağız.

         Böyle bir konu elbette yazılı belgelere dayanacak ancak zamanlar boyu süren uygulamaların ortak vasıfları üzerinde düşüncelerimizi ve kanaatlerimizi; bir makalenin verdiği imkanlar içinde; arz edeceğiz.

         Türkçe konuşan coğrafyalarda kurulan Türk Devletlerinde; taşlara kazınmış metinler olarak Orhon Abidelerini görüyoruz. Bengütaş dediğimiz bu Göktürk abideleri çok yönlü değer ifade eden bir içeriğe sahiptir. Önce Türk dilinin kazandığı ifade gücü ve ahengi, töreleri unutan yöneticilerin Türk milletine verdikleri zararlar, tedbirsizlik sebebiyle kaybolan nesillerin acıları ve tekrar titre ve kendine dön ikazı. Sen(Ey Türk Milleti) birlik ve beraberlik içinde olursan ve törelerine uyarsan senin devletini ve töreni kimse bozamaz. (08.09.2017 Cuma)

         Göktürk yazıtlarında dikkat çeken konulardan birisi de törelere uymak meselesidir. Töre toplumun uzun zamanlar içinde kazandığı ve uyulması mecburi olmadığı halde toplumca uyulan-uygulanan kurallardır. Çoban güttüğü hayvanlardan sorumludur gibi. Bu uygulamalar uzun zaman gönüllü olarak uygulanarak adeta toplumun yazılı olmayan yasası haline gelmektedir. Yöneticiler de bu doğruluğu ve faydası tespit edilmiş töreleri, devlet hayatının verdiği  yetki ve ihtiyaçtan dolayı ferman haline yani devlet yasası haline getirmişlerdir.

         “ …Türk begler türük attın  ıttı yani Türk beyleri artık Türk unvanlarını bıraktılar. Türk budunu delmiş, devlet sahibi bir budun idin devletin şimdi nerede”. Kitabe devam ediyor, “Ey Türk oğuz beyleri, Türk beyleri ışıt üstte gök çökmedikçe, altta yer delinmedikçe ey Türk budunu  senin devletini ve türeni kim bozup  yıkabilirdi…kendin anıldın, aranıza nifak soktu…. Çok sayıda öldün.”

         “1200 yıl önce yazılmış bu anıtta Türk benliği, Türklük bilinci, Türk adı, Türk birlik özlemi o kadar güçlü bir biçimde ifade edilmiştir ki, onu ancak tekrar 1919’da  Anadolu Türk yurdu her yandan güçlü düşmanlarca istilaya uğradığı zaman tekrar yaşadın, tekrar duydun. Bugünkü millî devletimiz bu bilincin yarattığı Türk budunu, Türk milleti, Türk devletidir. O devam edecektir. O yeniden dirilmedir. Tarih geriye dönmez, dönemez. Yüzyıllarca sonra tekrar kendine dönen Türk budunu artık gerçek benliğinden saptırmak mümkün değildir. Bu yeni bilinci en güçlü ve kandırıcı bir biçimde ifade eden büyük Türk düşünürü Ziya Gökalp’tır. Onu gerçek yapan da Atatürk’tür.”

( Prof. Dr. Halil İnalcık. Tarihe Düşülen Notlar. İstanbul, 2015, Cilt -1, s: 57)

         Büyük tarihçi Halil İnalcık, Türklük bilincinin önemini belirterek, sözüne şöyle devam ediyor: “Türk kimliği, Türk benliği bugün artık temel gerçektir. Türk adı bize nerden geliyor? Kök Türk kağanlığı içinde toplanmış olan bütün orukların  ortak kimliğini bu Kök Türk kağanlığı sağlamıştır. Tokuz Oğuz, Kırgız, Tatar, Türgiş Orukları hepsi Kök Türk Devleti içinde Türk kimliğini kazanmıştır. Onun boyu Kırgız’dır ama o aynı zamanda kendini Türk bilir. Başka bir deyimle uzun, güçlü şanlı bir tarih ve kader birliği bu Türk kimliğini meydana getirmiş, hangi cinsten olursa olsun bütün bu halklar için ortak bir Türk benliği yaratmıştır.”(Halil İnalcık. A.g.e. s:57)

(09.09.2017 Cumartesi)

         Vatan yaptığımız bu coğrafyada, bir arada yaşayan insanlar aynı kültür ortamında ve yardımlaşarak ve güven duygusu içinde bir ve beraber oldular.  Yemekleri, merasimleri, giyiniş ve yaşayış tarzları, yüzyıllarca bir ve beraber oluş ikinci bir kimlik kazandırmıştır. Bu ikinci kimlik Türk kimliğidir. Tarihçilerin hocası Halil İnalcık bu olguyu tarih yaratmıştır diyor:

         “Bugün zulme uğrayan Rumeli halkı, Deliormanlı, Kırcaalili, Pomak, Boşnak, Arnavut, Çerkez, XIX. yüzyıldan beri kitle halinde yüz binerce bu Anadolu Türk yurduna dönmekte, kendini ezen zulüm karşısında canını bu yurda atmaktadır. Kafkaslar’dan Kırım’dan gelenler de öyle, neden, çünkü onlar yüzyıllarca bir hayat biçimini, bir dünya görüşünü, bir tarih birliğini yaşamışlardır. Onlarda Türklük ikinci benlik haline gelmiştir. Onlar bu cihanda ancak Türk milleti içinde kendilerini rahat hissederler. Evet, Türklük benliğini tarih yaratmıştır. O tarih geri döndürülemez.”(Halil İnalcık. A.g.e. S:57)

         Tarih içindeki bu tekevvün toplum kuraları yönünden de bir ahengin doğmasını sağlamıştır. Beraberce uyulan âdet ve örfler toplum düzeninin ve ahenginin sağlanmasını sağlamıştır. Tabii ki bu yazılı olmayan kurallar, hem bir kolalık hem de yöneticilere geçerli bir zemin kazandırıyordu.        Onlar hem bir kolaylığı getiriyorlar hem de bir ihtiyacı karşılıyorlardı. Yöneticiler ihtiyaç duydukça bu örflerin bir kısmını uyulması zorunlu devletin kanunları haline getiriyorlardı. Bu uygulamanın günümüze kadar gelen en önemli iki örneği

Gök Türk yazıtları ve Fatih Kanunnameleridir.

         Fatih Sultan Mehmet tahta geçtiğinde çocuk yaştaydı ve imparatorluk hem Anadolu’da hem de Rumeli’de topraklar kazandı. Arada Bizans vardı ve haçlı seferlerinin fikriyatının yapıldığı yerdi. Onların daveti ve tahriki ile haçlı seferleri düzenleniyordu, aynı zamanda devletin  iki yakası bir araya gelemiyordu. Çünkü devlet onun döneminde Balkanlarda ve Anadolu’da birçok yeri Osmanlı devlet hudutları içine katmıştı. Böylece devlet geniş bir coğrafyayı yönetir hale gelmişti.

Devlet işlerini yürüten iki yetişkin devlet adamı Fatih’i destekliyor, Çandarlı ise muhalefetiyle ün yapıyordu. Destekleyen paşalar, II. Memet’e Çandarlı’nın muhalefetinden ancak büyük bir zafer kazanarak kurtulabilirsin diyorlardı.  Nihayet İstanbul büyük hazırlıklardan sonra fethedildi. Ama Osmanlı devletinin hudutları genişlemesine rağmen devlet yapısını yazılı kurallara bağlayan bir kanun mevcut değildi. Daha çok ihtiyaçların karşılanması ve hizmetlerin yürütülmesi için gerekli örfü veya idari kararlar alınıyor yani örfi ve şifahi bir hukuk uygulanıyordu.

İlk defa Fatih üç kanunname ile devletin yapısını ve işleyişini tanzim eden kanunnamelerini yayınladı. Bu kanunnamelerle Rumeli, Anadolu’yu İstanbul’a bağladı  ve üç kanunname ile devletin işleyişi yazılı kuralara bağlandı. Padişahın huzuruna kimlerin çıkabileceği, merasimlerde yönetimin durumu, mali işler ve gelir getiren yörelerin kimlere nasıl tahsis edileceği ve devletin asli unsurları dışında kalanlardan alınacak vergi nispetleri de tanzim oluyordu. Yani devlet yapısı ve işleyişi ile bir nizama ve bir bütünlüğe kavuşturulmuş oluyordu.

Halil İnalcık 23 Kasım 2011 tarihinde Erciyes Üniversitesinde yaptığı konuşmada “Evvela belirtmeliyim ki Fatih Sultan Mehmet  gelmeseydi Osmanlı İmparatorluğu kurulamazdı. Osmanlı İmparatorluğu’nu altı asır yaşayan bu cihanşümul imparatorluğu kuran büyük dâhi, cesur, yiğit genç adam 19 yaşında  saltanat tahtına oturdu. O gelmeseydi bugün belki burada olmazdık. Osmanlı İmparatorluğunu Türk ırkının yetiştirdiği o emsalsiz genç adam kurdu. Otuz sene saltanat sürdü. Bu otuz sene zarfında  Rumeli’den Tuna ırmağına kadar Balkan Yarımadası’nda bütün yerli hanedanları bertaraf ederek,  Batı’nın Haçlı seferlerini püskürterek  Rumeli’yi  doğrudan doğruya  Osmanlı idaresi altına aldı. Öbür taraftan

 Anadolu’da rakip beylikler vardı ki bunların başında  Karamanoğulları geliyordu, onları da ortadan kaldırdı. Anadolu’yu merkezi bir idareye bağladı, Anadolu ve Rumeli de İstanbul’a bağlı imparatorluk olarak kanunlarını yaptı, üç kanun neşretti, İmparatorluğun temel kanunlarını yaptı. Fütûhat için hemen hemen her sene bir askeri sefere katıldı.  Daha gençliğinden itibaren kendi himayesinde olan insanlardan ona karşı gelen, komplo kuran, düşmanlık eden insanlar oldu. Bütün bunları yenerek  imparatorluk kuran  bu kişi insanlığın nadir olarak yetiştirdiği büyük bir dâhidir. Türk ırkının daima iftihar edeceği büyük bir dâhi. O gelmeseydi İstanbul’u alamazdık. … Ben diyorum ki büyük talihimiz Osmanlı İmparatorluğu, onun sayesinde kurulmuştur. XVII. Asır sonlarında bu imparatorluk sallanmaya başladığında tedbir olarak bürokratlar  şunu söylediler, onun koyduğu kanunlara  bağlanmadık, o kanunları bozduk, bu yüzden bizim çökme devrimiz başlamıştır.” Kâtip Çelebi, Âlî Tarihi, Selanikî hepsi bu noktada birleşir.” (Halil İnalcık. A.g.e. S:153)

 

( 12.09.2017 Salı)

  • 18.12.1933’te Niğde’de doğdu. Niğde Dumlupınar İlkokulu (1946), Niğde Ortaokulu (1949), dört yıla yakın İstanbul’daki lise öğrencilik yılları (1949-23.6.1953), Niğde Lisesi (1955), Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi (1959) mezunu. Bir süre öğretmenlik yaptı. (1962-1967). Genelde serbest avukat olarak çalıştı.

  • Galeri

  • İletişim