MUHAFAZAKÂR DÜŞÜNCE ÜZERİNE

Muhafazakâr sanat olur mu? Muhafazakâr insan, muhafazakâr kesim derken neyi kastettiğimiz önemlidir. Kavramın bende uyandırdığı düşüncelere şöyle bir bakalım:   Muhafaza etmemizde toplumumuz ve ülkemiz adına fayda mülahaza ettiğimiz şeyler nelerdir? Her güzel ve hayati konunun zemininde vatan ve bayrak vardır. Ondan sonra anlaşma vasıtamız Türkçe, aile, inancımız ve kültürümüz. Sonra milletçe beraber yaşamaktan ve kader birliği etmekten doğan, saygı ve sevgi ifadesi merasimler, âdetler ve toplumun gelişmesine mani olmayan, insani ve vicdani ölçüler içindeki gelenekler.

         Bugün bazı kesimlerin muhafazakârlık anlayışında saydığım unsurlardan bazıları eksiktir. Sıkıntının bu eksiklerden kaynaklandığını sanıyorum. Her şeyi yerli yerine koyamamak, hayatı, ahlakı, ilmi ve sanatı aynı kefeye sıkıştırma gayretleri meseleyi içinden çıkılmaz bir hale getirmektedir. Bunun temelinde düşünceyi ifade etme hürriyetinin yeterince kavranmadığı intibaını veren bir anlayışın etkisini görmemek mümkün değildir. Yani bazıları diyor ki sen hür düşünemezsin, çünkü düşünürken yanlış yapabilirsin. Ama seçimde oy kullanabilir, iktidarı tayin edebilirsin, sana güveniyorum. İktidarı seç diyorsun ama düşünceye gelince, sen hür düşünemezsin, düşünsen de bazı kurallara uyman gerekli, ya değilse yanlış yapar, yanılırsın.

         Bunu nasıl izah edeceksiniz? Fikir hayatı yönünden insana güvenmiyorum mu demek isteniyor, yoksa çağla yarışı aklından çıkar mı demek isteniyor, bu konuda yeterince aydınlandığımı söyleyemem.

         Belki de ben yanlış anlıyorum veya çok azlıktaki bir görüşü genele mi teşmil etmeye çalışıyorum, bu noktada kararsız kaldığımı söylemeliyim.

Sanat nasıl sınırlanır?

         Muhafazakârlığı dar ve sınırlayıcı anlamda anlayan ve kullanan kimseler için sanat konuları yasaklarla doludur. Heykel yapma, yaparsan da şöyle olmalıdır. Sanırsınız ki adam güzel sanatlar konusunda ciddi bir birikime sahip, kendi sahasında bir otorite ve değerlendirmelerine herkesin katılmasını adeta bekliyor. Sanatın konusu içine; mahiyeti ve malzemeleri dışındakileri karıştırmaya çalışırsan; ortaya bir sanat eseri değil belki bir sanat aşuresi çıkabilir.

         Dünyaya, böyle; önceden tespit edilmiş katı kurallarla(dogmalarla) bakan; kaç insan iyi bir şair, iyi bir kompozitör, iyi bir ressam, iyi bir heykeltıraş olabilmiş? Düşünmeye değer buluyorum.

         Bu sorulara olumlu veya olumsuz cevap da verilebilir. Ama insanın şu veya bu dünya görüşü ve kabulleri onu sanatın iklimine veya ülkesine dâhil edebilir mi diye sorulunca buna cevap verilmesi güçleşir. İnsanın felsefi düşüncesi ve inancı sanatsal yönünü anlamada, eserlerini yorumlamada ışık tutucu bir etkisi olabilir ama sanat varlığını ve birikimini ve eserlerini bu bağlamda görmeye ve değerlendirmeye kalkarsanız, sanat denilen şeyi ne derece kavradığınız münakaşa konusu olabilir.

Sanat eseri bir gerçekliktir

         Sanat eseri onu meydana getiren unsurların ve sanatkârın dışında bir gerçekliktir. Müstakil kişiliği vardır. Onu değişik zaman ve mekânlarda seyredenler farklı biçimde değerlendireceklerdir. Belki bazıları beğenecek, bazıları beğenmeyecektir. Beğenenler onu vücuda getiren sanatkârın anlayışına bakmayacak, belki yorumlarken bir detay olarak sanatkârın felsefesine, dünya görüşüne müracaat etmek ihtiyacı duyacaktır. Ama onun kişisel tutumu hiçbir zaman sanat eserine değer biçme miyarı olmayacaktır.

         Eseri yapıcı ve yaratıcısından tamamen koparmak da mümkün olmayacaktır. Mesela Necip Fazıl’ın Çile’deki şiirleri ona şairlik unvanını haklı olarak kazandırmıştır ama sonraki manzumeleri aynen yeni hüviyetinin bir yansımasıdır ama ne kadar şiir olduğu her zaman tartışılabilir diye düşünüyorum.

         Bazı aydınlar, biraz da kendinden öncekileri aka çıkarmak için “son iki asırdır Batılının elindeki iktisadi ve entelektüel güç, kavramsal anlamda da iktidar sağlayarak zihnimizin istenilen kavramlarla kirletilmesine yol açmıştır”.(İbrahim Şahin, Türk Edebiyatı Dergisi, 464 sayı, s:15) diyerek bir sığınma, bir mağduriyet girizgâhı yapmaktadır. Bu ve benzeri mazeretler bizim okuma, anlama, yorumlama ve yazmadaki eksikliğimizi örtmemelidir. Böyle bir mantık, kalem ve fikir sahibi insanların gelişip yetişmesi için gerekli kültür, sanat ve eğitim ortamını yaratmaktaki gayretsizliğimizi, geç kalmışlığımızı, hoşgörüsüz fikir ve sanat anlayışımızın bir sonucu olduğu gerçeğini, gözlerden uzak tutmamalıdır.

Muhafazakâr sadece dindar anlamına mı gelir?

         Muhafazakâr kavramı sadece dindar anlamında kullanılıp tarif edildiği sürece muhafazakârın sanat anlayışı çok sınırlı bir sahada gezinmek, estetik anlayışı da yine dar bir sahada gidip gelmek zorunda kalacaktır. Eğer şahsi inanç ve değerlendirmelerini sanat anlayışının dışında mütalaa ederek eserlerini; insan ruhunun derinliklerinde ve sanat dünyasının birikimleriyle yoğurabilirse; tarih bilinci, genel kültür unsurlarıyla süslerse, ancak o zaman belirli bir seviyenin üzerinde bir sanat eseri üretme ihtimali doğmuş olur. Yoksa din böyle emrediyor, ben de öyle yapmalıyım noktasındaki bir görüşün sanat dünyasına vereceği şeyler çok sınırlı kalır ve biz meseleyi yeterince kavramamaktan doğan eksikliğimizi başkalarına yüklemek gibi bir mazeretin arkasına saklanmaya devam ederiz.

         Geçmişte çok güzel örnekler varken bunlara bakmıyor ve taassup derecesindeki yasaklarla, yüzlerce yıl öncesine ait yorumların ışığı altında sanat konularına bakmaya devam etmek istiyoruz.

Böyle bir mantık çağın aydınlarını ne derece tatmin eder bilemem.

  • 18.12.1933’te Niğde’de doğdu. Niğde Dumlupınar İlkokulu (1946), Niğde Ortaokulu (1949), dört yıla yakın İstanbul’daki lise öğrencilik yılları (1949-23.6.1953), Niğde Lisesi (1955), Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi (1959) mezunu. Bir süre öğretmenlik yaptı. (1962-1967). Genelde serbest avukat olarak çalıştı.

  • Galeri

  • İletişim