MODERN BÜYÜYE DÜŞMAN MI?

İstanbul’un büyüsünü eskiler mi alıp gitti, yoksa mirasyediler İstanbul’un büyüsüne de mi kıydılar? Hakikaten İstanbul için şiir yazılmıyor mu?

    Hilmi Yavuz, “niçin artık İstanbul için şiir yazılmıyor?” başlıklı yazısında:

    “İstanbul için şiir yazılmıyor, evet! Hiçbir ülkenin edebiyatında İstanbul için olduğu kadar şiirlere konu olmuş başka bir kent hatırlamıyorum.  Peki, gerçekten ne oldu da, İstanbul şiiri yazılmamaya başlandı?  Benim cevabım, İstanbul’un artık lirik bir şiirsel tahayyüle imkân vermiyor olmasıdır. Çünkü İstanbul, “modern” bir kenttir artık.”(Hilmi Yavuz. Zaman Gaz. 01.04.2008)

    Burada bazı sorular akla geliyor. Modern kent büyüsünü kaybetmiş bir kent midir? İstanbul’da ve her yerde, büyünün kaynağı yapılar ve çevre midir? Tarih ve anılar mıdır, yoksa tabiat harikalarının ve güzel insanların, insanda uyandırdığı etkiler midir yahut da manzaranın muhteşemliğinin insan ruhunda uyandırdığı tahayyüllerin kelimelerle dile dönüşmesi midir?  Sorular çoğaltılabilir.

    Modern kentin büyüsü olmaz mı diyor şair? Yoksa büyüye modern düşman mı demek istiyor? Hay Allah sorular kalemimi zorluyor. Yani büyü şehrin çeşitli yerlerine sinmiş bir ruh ve biz onun rüzgârına kapılmış bir yelkenli miyiz? Bizi istediği rüyaya ve mekâna sürükleyip götürüyor. Şehir modernleşince büyü ve güzellik namına ne varsa alıp götürdü mü? Alıp götürdü ise nereye alıp götürdü? Merak etmiyor musunuz? Ben merakla üzerinde duruyorum.

    Bakınız bu İstanbul şehri bir tane ama ona bakanlar değiştikçe; zaman ve kişilik olarak; hükümler ve anlatımlar değişiyor. Tabii ki şiirler de değişiyor, değişecek.

    Tevfik Fikret’in gözündeki ve kalemindeki İstanbul’u düşünelim. Sis manzumesindeki suçlamaları İstanbul hak etmiş miydi? Yoksa yönetime duyulan husumet mi; İstanbul ve sis bahane edilerek; yüklenmeye çalışılmıştır. Zulümlerin, haksızlıkların yapıldığı yer, günahkâr gibi sıfatlarla anılması, İstanbul’un hiçbir vasfı ile ilgili olmadığı, şehri yönetenlere söylemek istediklerini, sisin örtüsüne bürünmüş İstanbul’a yüklemeye çalışıldığı gün gibi ortadadır.. Kızım sana söylüyorum, gelinim sen işit.

     Fikret’in ruh hali biraz düşünülürse, şiirindeki temayı bir “zindan karanlığı” teşhisine dayandırmak istediği görülür. Şiirde:

 

    Hâriçten, uzaktan açılan gözlere süzgün

    Çeşmân-ı kebûdunla ne munis görünürsün.

    Mûnis, fakat en kirli kadınlar gibi mûnis;

    Üstünde coşan giryelerin hepsine bî - his

   

Hep levs-i  riyâ dalgalanır zerrelerinde,

Milyonla barındırdığın ecsâd arasından

Kaç nasiye vardır çıkacak pâk ü dırahşan.

 

    Üstünde coşan acıların hepsine hissizce, duygusuzca yaklaşıyorsun. Tevfik Fikret İstanbul’a mı söylüyor bu sözleri? Hep sahte  gülücüklerin çamuru dalgalanır her bir parçanda, milyonla barındırdığın cesetler arasından temiz ve parlak kaç alın çıkar? Sahte gülücük dağıtan(levsi riyâ) İstanbul mu yoksa o dönemde İstanbul’da yaşayan bazıları mı? Milyonla barındırdığı cesetler(ecsad) arasında alınları temiz ve parlak olmayan İstanbul mu yoksa orada yaşayan bazıları mı söz konusu edilmiştir.  Şiir uzun ve söylenecek ve üzerinde durulacak çok noktalar var.

    Aynı Tevfik Fikret Sabah Olursa adlı şiirinde:

 

Evet sabâh olacaktır, sabah olur geceler

Tulû-ı haşre kadar sürmez; âkibet bu semâ.

Bu mavi gök size bir gün acır; melûl olma.

 

Ümidimiz bu: Ölürsek de biz, yaşar mutlak

Vatan sizinle şu zindan karanlığından uzak!

 

    Buradaki “zindan karanlığı” hürriyetlerin elden gittiği bir hapishanenin karanlığı; tamamen o zamanki idarenin yarattığı hüriyetsizlik ortamına bulunmuş bir benzeyen, ifadeyi güçlü kılan bir benzetme.

    Ümidimiz bu ki vatan ancak siz gençlerin gayretleriyle, çalışmalarıyla şu zindan karanlığından kurtulur. Zindan gibi vatanı karanlığa gömen İstanbul mudur yoksa yöneticiler mi? Elbette yöneticilerdir. Sis şiirinde tel’in edilen, yerden yere vurularak suçlanan İstanbul olabilir mi?

    Ümidimiz bu ki vatan ancak siz gençlerin gayretleriyle, çalışmalarıyla şu zindan karanlığından kurtulur. Zindan gibi vatanı karanlığa gömen İstanbul olabilir mi?  Burada hedefte yöneticiler vardır. Onun için tekrar tekrar söylüyoruz Sis şiirinde tel’in edilen, yerden yere vurularak suçlanan İstanbul değildir. Onun için bu şiirin yeterince anlaşılıp yorumlandığına kani değilim.

    Sis şiiri, bir dönemin buhranlarını ifade için; talihsiz bir tercihle İstanbul’un üzerine yıkmak suretiyle; II. Abdülhamit’e duyulan öfke bu mısralarla örtülerek bir tatmin yolu seçilmiştir. Tevfik Fikret duygularının anaforunda kinlendiği yöneticiye seslenememesinin hıncını İstanbul’u ayaklar altına alarak, kendini tatmine çalışmıştır.  Keşke bu öfke yatıştırmayı bir başka yerde, bir başka konuda yapsaydı. İnsan ihtilafsız herkesin sevdiği ve beğendiği daha doğrusu; topyekûn insanımızın gözdesi, aşkı İstanbul’u; olmayacak,  asla kabul edilmeyecek sıfatlarla suçlamasaydı. Tabii ki tuzağını kurdun ama avını avlayamadın sözleri de Tevfik Fikret’in kişiliğine gölge düşürmüş, millet düşmanlarıyla adeta aynı safta yer tutmuş gibidir.

    Aynı Tevfik Fikret Halûkun Vedâı şiirinde “Belki cennet kadar tarâvettâr” diyerek İstanbul’u tazelik dolu bir cennete benzetiyor.       

    Kaderin cilvesi hangi tepeye ulaşsanız patika yollarda ihmal ve unutma ayağa takılan taşlar, çakıllar gibi rahatsız ediyor. 

    Demek ki taşsız yol, rüzgârsız tepe yok.

  • 18.12.1933’te Niğde’de doğdu. Niğde Dumlupınar İlkokulu (1946), Niğde Ortaokulu (1949), dört yıla yakın İstanbul’daki lise öğrencilik yılları (1949-23.6.1953), Niğde Lisesi (1955), Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi (1959) mezunu. Bir süre öğretmenlik yaptı. (1962-1967). Genelde serbest avukat olarak çalıştı.

  • Galeri

  • İletişim