MEHMET AKİF’LE YAHYA KEMAL’İ AYRI TUTAN NESLE AŞİNA DEĞİLİZ
Türk edebiyatı Dergisi’nin Şubat 2016 sayısında kimlik konuları işlenmek istemiştir. Mehmet Akif’le Yahya Kemal hiç karşılaşmışlar mıydı, hiç tanışmışlar mıydı, zannetmem gibi sorularla cehaletini ortaya koyan ve konularını yeterince incelememiş ve bu iki dev adamı anlamamış insanların küçük hesaplarla meseleye yaklaştıklarını üzülerek okudum. İsim vererek kimseyi kırmak istemem, elbette her kademede herkesin böyle yazılar yazmak, hatta yanlış yapmak hakları vardır. Ama edebiyat dünyamızın birkaç dergisinden birisi olmak kolay değildir, sayfalarını meselenin uzmanlarına açmak mecburiyetindedir. Bu yazılar geldi ve biz de onları koyduk derlerse onu da saygıyla karşılarız. Anlaşılıyor ki Türkiye düşünen kalemlerini gittikçe kaybediyor ve ülke kültür ve edebiyatı ile ilgilenmesi gerekenleri bu durum kaygılandırmıyorsa, bizim yanmamız bu karanlığı aydınlatabilir mi bilmem.
Ne demek İstanbul gibi güzelliklerin ve sanatın ve edebiyatın kalbi olan şehirde kimlik konularını yazacak elli - yüz kişi barındırmıyor mu? İş bu kadar çıkmaza mı girdi, bu güzelim efsunlu topraklar tefekkür ve bilimi bir perde ile sahne dışına mı attı? Yoksa bir güneş tutulması ile karşı karşıyayız da biz mi adını koymakta bu kadar geciktik... (24.02.2016 Çarşamba)
Milli kültürümüzün ve milli edebiyatımızın iki söve taşını sanki iki ayrı dünyanın insanları gibi algılayan vicdan acaba hayatiyetini hangi pınarlardan sağlıyor, o pınarlar hangi tarih ve kültür damarlarından besleniyorlar düşünmeye değer buluyorum. Yarın bizlerin arkasından da ne densizlikler söyleneceğini şimdiden duyar gibiyim. Çünkü biz de akıl, bilim, sanat ve çağ diyoruz ya, kendisini dinci sananlar aklı ve ilmi İslam dini dışında gibi gördüklerinden, akılla İslam’ın, bilimle İslam’ın ilgisi yoktur anlamına gelecek saçmalıkları söylemeseler de hissettirdiklerini söyleyebilirim. Vah güzelim İslam kimlerin eline kaldı?
Gelelim Mehmet Akif ve Yahya Kemal’in fikir ve şiir dünyasına:
Milli mücadelenin ve ondan önceki ve sonraki acılı yılların acılarını yüreklerinde duyan bu iki vatanperveri nasıl böyle yaban çocukları gibi ayrı ayrı görebiliyor ve öyle anlatmaya çalışıyorsunuz. Böylece tarihe, edebiyata ve vatana hizmetleri fersah fersah geçmiş iki büyük ruha acaba tanışmışlar mıydı diye sormak ancak cehaletle kabili izahtır. Bu iki adam gibi adamın İstanbul üniversitesinin iki seçkin öğretim üyesi olduklarını hiç mi duymadınız, hiç mi okumadınız. Sonra da Türk Edebiyatı gibi bir derginin sayfalarını böyle nobranlığın mekânı haline getirmeye nasıl cesaret ediyorsunuz, bu kabalık nasıl af edilebilir.
2016