MEDENİYETLERİN KONUŞMASI

-1-

       12.Şubat.2002 Salı günü İstanbul’da doğudan ve batıdan gelen yöneticiler, Bakanlar, ilim adamları medeniyetlerin  konumu üzerine konuşacaklar. Daha önce kitap halinde yayınlanan “Medeniyetlerin Çatışması,” yanlış imajı düzeltilmek istenerek, biraz da gönlümüz böyle istediğinden, bu toplantıya “Medeniyetlerin Buluşması” adı verilmiş iyi de edilmiştir.

     Yön ve din esasına dayanan bir ayırım, başlangıçta kaybetmeyi göze almakla aynı anlama gelir. Medeniyetler tarih içinde din kaynaklı olarak ortaya çıkmış, öyle değerlendirilmiş karşılaştırmalar yapılmış, birinin diğerine üstünlüğü iddia edilmiştir. Böyle bir değerlendirmenin temelinde, dünyanın girilmesi yasak bölgelerinin olduğunu kabul etmek, yani ayrı din çevrelerinin, diğer inanç sahiplerine kapalılığı gibi bir varsayım yatar. Hâlbuki her devirde ticaret, harpler, ilmi araştırmalar, merak vesair sebeplerle insanlar dünyayı gezmişler, farklı inançtan insanlar diğer yöreleri gezmişler ve görmüşlerdir. Bu sebeplerle birbirlerinden haberdardırlar. Ortaya attıkları ve bütün insanlığın yararına olan unsurları almakta, erken veya geç, gayret göstermişlerdir. İlk çıktığı yerde akla gelmeyen bir takım eksikleri tamamlamışlar ve önce bir taraftan öbürüne doğru olan akış, zaman içinde ters dönmüş, biz bulduk diyenler, daha sonra daha mükemmellerini geri almak gibi bir duruma gelmişlerdir. Bugün gelinen noktada, medeniyet unsurları birçok zekânın kazandırdıkları ile daha mükemmeli yakalamış hale gelmişlerdir. Onun için medeniyetin geldiği bu noktada, sonuç insanlığın eseridir diyerek son noktayı koymaktayız. Belki öncülük iddiaları daha ikna edeci bir ifade tarzıdır, bir değerlendirme şeklidir diyebiliriz.

               Bu münasebetler son iki yüz yılda; medeniyetin eksiklerini tamamlamak yönlerinden tarifsiz bir gelişme sağlamıştır. Bunda ulaşım vasıtalarındaki rahatlık ve süratin çok büyük etkisi olmuş, iktisadi, siyasi ve ilmi çalışmalar bu hareketliliği artırmıştır. İlk dönemlerin kapalı kültürleri ve medeniyetleri dünyanın birçok yöresinde yeterince tanınmamıştır. O dönemler için, yöne, yöreye ve dine bağlı medeniyetlerden bahsetmek makul ve normal bir değerlendirme olarak kabul edilebilirdi.

    Eski medeniyetlerden bahsedilirken, Türk Medeniyeti, Çin Medeniyeti, Mısır Medeniyeti, Akdeniz Medeniyeti, Avrupa Medeniyeti gibi başlıklarla medeniyetler anlatılmıştır. Bunun yanında, İslam’ın zuhurundan sonra İslâm Medeniyet dairesinden ve İslâm Medeniyetinden bahsedilmiştir. Hıristiyanlık dünyası bundan tedirgin olmuş ve çeşitli vesilelerle bu iki semavi dinin değerler nizamı birbirleri ile görüş, değerlendiriş ve fikir planında yarışmaya girmiş, gerek ilmî, gerek ticarî, gerek mimari gerekse egemenlik sahaları yönünden mücadeleli dönemler yaşanmıştır.

            Bugünkü insanlar meselelere farklı noktalardan, farklı ölçülerle yaklaşmaktadır. Tarihten husumet çıkarmaya çalışan fanatik gruplar bir yana bırakılırsa, günümüzün çağdaş kafası, tarihi bilgi edinmek, ders çıkarmak söz konusu olduğunda hatırlamak istemektedir.

      Toplumlar arasındaki münasebetler arttıkça, insanlar bir takım bilgi, görgü ve teknikleri almak sureti ile birbirlerinden yararlanmışlardır. Hemen akla gelen, en bariz bir sonuç Akdeniz Medeniyeti konusundaki eski kanaatlerin yanlış olduğunun ortaya çıkmasıdır.

            Bir takım sebeplerle, uzun yıllar Yunan medeniyeti bütün Akdeniz ve Avrupa medeniyetinin temeli olarak anlatılmıştır. Bu propaganda en çok, Sokrat ve Eflatun’larla irsi irtibatları kaybolmuş olan Yunanlıların işine gelmiş, bunu her sahada kullanmışlar ve Avrupa’nın şımarık çocuğu sıfatına hak kazanmışlardır. Halen bu temelsiz propagandaya malzeme bulmaya çalışanlar vardır. Birkaç filozofla bu kadar büyük bir sahaya ve birbirlerinden farklı dünyalara etki yapılması ikna edici bir varsayım olabilir mi?

    Yapılan araştırmalar Akdeniz Medeniyeti’nin, Akdeniz’e kıyısı bulunan bütün medeniyetlerin bir ortalaması (muhassalası), bir sonucu olduğunu ortaya koymuştur.

          Dünyanın geldiği bu noktada, birbirinden habersiz veya birbirinden faydalanmamış bir medeniyet tasavvur edilemez. Meseleye bugünün şartları içinde bakıldığında yine de farklı çizgilerin farklı değerlerin devam ettiğini rahatlıkla söyleyebiliriz. Bu tezyin(süsleme) halen mekân ve üslup, gaye ve muhteva(içerik) yönlerinden farklı gidişini devam ettirmektedir.

    Genel bir tabirle Doğu Medeniyetleri, insanın iç dünyasını süslemeye çalışmıştır. Ahlâk ve adalet konularını ince ibrişimlerle işlemiş ve onu imanın coşkun sularında yıkayarak temizlemeye çalışmıştır. Moral değerler yönünden örnek insanlar yetiştirmiş, örnek insan yetiştirmenin bir takım inceliklerini ortaya koymuştur. Batı Medeniyeti ise çevre ve dış görünüme önem vermiştir. Hayatı yaşanabilir kılmanın şartlarını ön plana çıkarmış, insanın iç dünyasını ihmal etmiştir. Onun için Avrupa tarihinde birtakım karanlık noktalar vardır. İnançları yüzünden yakılan, eziyet edilen insanların dramı başlı başına bir inceleme konusudur. Batının insani değerlere, insanın iç dünyasına, hoşgörüye, insan sevgisine, yardımlaşmaya önem vermemesi tarih içinde bir takım karanlık noktaların artmasına da sebep olmuştur.

            Son yüzyılda bazı kesimler ideolojik gayretlerle, bu yok edişe, yüz kızartan yeni kötü örnekler ilave etmiş ve etmeye devam etmektedir. Batı kaynaklı ideolojilerin insanın iç dünyasını inkâr etmiş olmasının veya yok saymasının doğrudan doğruya etkisi olduğunu söyleyebiliriz. Mesela Çin’in orta Asya Türkleri üzerindeki politikaları, Rusya’nın ideolojik dönemde, Türk boylarına karşı Kırımda ve diğer yörelerde uyguladığı insanlık dışı politikalar, Yunanlıların Batı Trakya’da, Kıbrıs’ta soydaşlarımızı, Bosna’da insanları ve izlerimizi yok etmeye yönelik vahşetler, Irak’ta Türkmenlere reva görülen yok etme faaliyetleri de medeniyetler bahsini düşünürken unutulmaması gereken acı olaylardır.

           Batı tercümeler yolu ile, İspanyadaki ve doğudaki İslâm Medeniyetini anlamaya çalıştı. Fakat faydacı mantık bu iç dünyanın, bu güzel ahlâkın, bu adaletin medeniyetine kafa yormaktansa, dünyanın zenginliklerine bizzat sahip olmak gibi faydacı (pragmatik) bir hesapla denizaşırı seyahatleri ve kıtalar arası fütuhatı(fetihleri) destekleyerek, taşınabilir kıymetli malları, altınları, madenleri Avrupa’ya götürmeyi uygun gördü. Taşınamayan zenginlikleri elde etmenin yollarını arayarak icatlar ve yeni silahlarla bu gayeye ulaşmak istedi. Bir takım seferlerin ve harplerin altında iktisadi, siyasi, dini çıkar hesaplarının olduğu genellikle kabul edilmektedir.

    Batı medeniyet dairesinde, hayat standartları, konfor gözle görülür bir farklılığı ortaya koyuyor. Çevre, şehirler temiz ve güzel. İnsanlar bol kazançlı, konforlu bir hayat sürüyor. Ama bütün bunlara bakıp batı insanı mutludur diyebilir miyiz?

           Batılı insan günlük meşguliyetlerin hengâmesinden kurtulup bizzat kendisini, çocuklarını ve insanlığı bekleyen meseleleri düşünmeye zaman bulamamaktadır. Günü yaşamaya çalışmaktadır. Mevcut eğitim ve kültür ortamı bu konuları bir kısım aydınların düşünmesine ve insanları uyarmasına imkân vermektedir. Ama bunun yeterli olduğunu iddia edebilir miyiz?

             Sanıyorum ki Avrupa dikkatleri ülke dışındaki zenginliklere taşıyarak, kendi mutsuzluklarını, milli gelir ve üretim artış rakamları ile örtmeye çalışmaktadır. Avrupa dışına turistik gayelerle seyahat edenlerin meselâ, Anadolu’muzda gördüğü misafirperverlik, sevgi ve yardımlaşmayı hayretle ve hayranlıkla ifade etmektedirler. Hâlbuki çağın insanının normal vasıfları içinde olması gereken böyle güzelliklerin Avrupa’da eksik olduğunu rahatlıkla söyleyebiliriz. Bakalım bu güzel hasletlerin temelindeki moral değerleri ne zaman sezecekler?

      İşte İstanbul ruhunu biraz yakından gören güçlü birkaç bakış, bu ruhtan Batı’nın muhakkak faydalanması ve eksiklerini tamamlaması gerektiğini basın mensupları huzurunda açıkladı.         

                                -2-

     Medeniyetler tarih içinde birbirlerinden habersiz var olmadılar. Çeşitli vasıtalarla birbirlerini tanıdılar ve zaman içinde bir takım etkileşimler sebebiyle birbirlerinden yararlandılar. Son iki yüzyıl içinde bu tanıma ve etkileşim bütün boyutları ile devam etmektedir.

           Bu etkileşim ilim, teknoloji veya sanat konularında olunca, bunlar zaten insanlığın ortak değerleri ve zenginlikleridir. Peygamberimiz ne demiş,”ilim müminin yitiğidir, nerede bulursa alır.” Biz de ilmi, teknolojiyi diğer sanat tekniklerini bulduğumuz yerden aldık, diyebiliriz. Ama bu etkileşim en basit hareketlerden, oyunlardan, damak zevklerine, giyim kuşamdan, evlerimizin içlerine, hatta dünya görüşlerimize kadar bir ayniyete giderse, bu bir gelişme mi, yoksa bir taklit mi sayılacaktır? Bunun geliştirici ve yüceltici yönü neresidir? Bunu hep birlikte düşünmeliyiz.

 

                                -3-

     Medeniyetler yüzyıllardır birbirlerinden haberdardır, bu sebeple medeniyetlerin buluşmasından değil, medeniyetlerin konuşmasından bahsedebiliriz. ll Eylül saldırısının da medeniyetle hiçbir ilgisi olamaz. Çünkü bu saldırı medeni bir hareket değildir. Medeniyetle bir ilgisi yoktur. Bilen, duyan, inanan insanların yapacağı bir iş değildir.

                                -4-

    “İstanbul ruhu” işte bu söz, çağın ulaşmak istediği hoşgörü ortamının en güzel bir ifadesidir. Çağın, İstanbul ruhuna, Anadolu ruhuna, Türk ruhuna ne kadar çok ihtiyacı olduğu bu toplantı sebebiyle bir daha ortaya çıkmıştır.

           Sonuç olarak: Medeniyetler arasındaki birlik ve beraberliğe, anlayış ve hoşgörüye büyük ihtiyaç vardır. Ülke vatandaşları arasındaki birlik ve beraberliğe de büyük ihtiyaç vardır. Bu birlik ve beraberliği bozmaya çalışanları açıkça ayıplamalı ve kınamalıyız. Birliğin üyesi olan bir ülkede, insanlar arasında birlik beraberlik yoksa diğer ülke insanları ile nasıl bir birlik ve ahenk kuracak, huzurlu bir hayatı yaşayacaktır? Bugün belki de en çok düşünmemiz ve münakaşa etmemiz gereken husus budur.

  • 18.12.1933’te Niğde’de doğdu. Niğde Dumlupınar İlkokulu (1946), Niğde Ortaokulu (1949), dört yıla yakın İstanbul’daki lise öğrencilik yılları (1949-23.6.1953), Niğde Lisesi (1955), Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi (1959) mezunu. Bir süre öğretmenlik yaptı. (1962-1967). Genelde serbest avukat olarak çalıştı.

  • Galeri

  • İletişim