ESKİLERDEN BİR İSTANBUL ANISI

Lisede öğrenciyim, hangi lisede, hangi yıllar diye sormak geçiyor aklınızdan, biraz sabır.

    Tiyatroya gitmek ona zemin olan eseri ve yaşatan sanatkârları görmek, o atmosferi teneffüs etmek bende ihtiyacın ötesinde bir arzu, bir istekti. İmkân bulursam Tepebaşı’ndaki tiyatroya gitmek istiyordum. Bir pazar gün akşamı Tepebaşı Şehir Tiyatrosu kapısından içeri girdim.

    Ben çevreye; gelenlere ve kendime bakıyor, lise ikinci sınıf öğrencisi bu olgun çağdaki insanlar arasına nasıl girdi, girebildi. Hanımların şıklığı, beylerin vakur görünüşü gözlerimi alıyordu. Bir hareketlilik oldu. Salona doğru sakin ve kimse kimseye mani olmak ne demek; belli mesafeleri koruyarak yürüyorlardı. Ben de ölçülü adımlarla kafilenin ne de çabuk bir parçası haline geldim.

    Koyu maroken koltuklardan birisine oturdum. Oturmak ne demek adeta gömüldüm. Koltuğun şöyle arka kısma biraz daha yaklaşarak kendime bir çekidüzen verdim. Her iki yanımdakileri rahatsız etmemek için;  kollarımı ihtimamla koydum.

    Seyirciler bir bir yerlerini aldılar. Salona öyle bir sessizlik hâkim ki, sanki kimse nefes bile almıyordu. Adeta herkes başkalarını rahatsız etmekten, salondaki asil bekleyiş ve sessizliği bozmaktan korkuyordu. Bütün hal ve hareketler buradaki asaleti ve saygıyı; onu yaratan medeni ortamın bozucusu olmayı aklının köşesinden bile geçirmiyordu. Öyle bir havada perde açıldı. Yavaş yavaş salonda bedenimizi bırakıp sahnedeki yerimizi alıyorduk. Çünkü bütün dikkatler sahnede ve saygın sanatkârların konuşmalarını anlamlandıran mimik ve beden hareketlerini bir kamera sadakati ile takip ediyorduk.

    Birinci perde aralığında; salonu dolduranların önemli bir kısmı salonu yavaş yavaş terk ediyorlardı. Bellik ki bu ihtiyaç molası gibiydi. Çıkmak çıkmamak arasında bocaladım ve ben de çıktım. Tekrar salona girdik,  eseri büyük bir tatmin ve zevkle seyrettikten sonra 23,30’da tiyatrodan çıktım.

    Çok büyük bir başarıyı gerçekleştirmiş bir meraklı keyfi ile Tramvay yolu boyunca yürümeye başladım. Karaköy’e doğru ayaklarım yürümüyor adeta koşar adımla gidiyorsa da aklım piyeste ve oradaki güzelliklerde idi. Yalnız yere değer değmez bir pergel ayağı gibi açılan ikinci, üçüncü adımlar, koşar gibi yürüdüğümü biliyorum. Adeta uçar gibi gidiyordum. Onun için tramvaya binmeye tenezzül(!) etmedim. Son vapur 23,50 olduğuna göre ona haliyle yetişirdim.

    Sağda ve soldaki kıdemli apartmanlar ve altlarındaki, namları Anadolu’dan gelen her ziyaretçinin hafızasında yeri olan mağazalar. İki yanımdan akıp geçiyorlar mı, yoksa ben onların önünde bir resmigeçit talimi mi yapıyorum farkında değilim.          Derken Karaköy büfecisinin önünden iskeleye girdim. Tam da çıma halatı çözmüş, yaya iskelesinin tahtasını çekmiş, yolcu vapuru iskeleden ayrılmak üzere. Bir atlayışla vapura binmek aklımdan geçti. Yoo, bu riskli bir iş, diye düşünürken vapur Üsküdar yolunu tuttu. Ben iskelede yolcu olarak tek başıma kalakaldım desem yeridir.

    Yarınki derse yetişememek, kafamı meşgul eden tek kaygı bu.  Geceyi nasıl geçireceğim diye bir telaş aklıma bile gelmiyor. Çarkların hamur yoğurur gibi yoğurduğu denize derin derin baktım, herhangi bir ilhamı olur mu diye. Zaman elimden kaymış, zevk ve tatmin doldurduğum kovanın tabanı çıkmış ve içindekiler iskeleden denize dökülmüştü. 

    İskelede şöyle bir aşağı bir yukarı yürüdüm. Birkaç görevliden başkası yok. Anlaşıldı geceyi burada geçireceğim. Hep dolaşarak da zaman bitmez ki. Gözlerin uyku gıdasına ihtiyacı var.

Köprü altındaki Yolcu Bekleme Salonuna girdim. Kimse yok. Köşeli U şeklinde kaba,  5x10 cm. ebadında kahverengi boyalı tahtalardan yapılmış üç tahta divan. Aralıkları 6-7 cm. olan bu divanın oturma yerleri pek de cazip mekânlar değil.

    Ben bu üç divanın ortadakini beğendim, sırt üstü uzandım, hemen uyuşumum. Gecenin bilmem hangi saatiydi uyandım, etrafıma baktım, baş tarafımdaki divanda sakalları birkaç gündür traş yüzü görmemiş bir adam, üzerinde yağ ve kirden renk değiştirmiş bir ceket, pantolon. Gömleği yarıya kadar açık 40 yaşlarında, ayak tarafımdaki divanda benzer kıyafette 3-5 yaş daha yaşlı bir adam. Bütün bu olumsuz görüntüye rağmen içime en küçük bir ürperti girmedi, tekrar divana uzandım, sabahın erken saatlerinde uyandım, doğruldum bu küçük salonda benden başka kimse kalmamış. En kötü çağrışımları yenen bu yurdun insanlarına olan güven duygumu halen muhafaza ediyorum.

    Köprü altlarında en olumsuz koşullarda hayatlarını sürdüren bu insanlar, manzaranın etkileyici görüntüsünün ötesinde, vatanı bekleyen, kader birliği ettiği insanları koruyan bir kalbin ve vicdanın sahipleri olarak onları ve onlar gibi olanları hayırla yad ettim.

    Anadolu bu ortamı ve bu kıvamı bozmamalı. İstanbul her şeyiyle ve bütün insanları ile bu güven ve sahiplenme duygusunu yaşatmaya devam etmeli.

    İlk vapurla karşıya geçtim. Ders başlamaya daha vakit var, arkadaşlarım geç gelişimin nedenini sordular, anlattım.

     Asıl hengâme akşam yatakhanede yaşandı. Sohbet için gelen arkadaşlarıma benim yatağım var diye bağırdım. Şaşırdılar, ne demek yatağım var. Onlara hiç aralıklı tahta bir divanda, etrafında belli belirsiz gölgelerle bir arada,  sabahlayıp sabahlamadıklarını sordum. Kimseden ses çıkmadı. Yatağa sahip olmak ve onun içinde deliksiz bir uyku uyumanın asıl tadı, böyle tahtadan yapılmış ve sırtınızı parça parça izlere boğmuş bir divanda yatmadıkça; yatağınızın gerçek değerini bilmeniz mümkün değildir, dedim.

 (21.12.2011)

  • 18.12.1933’te Niğde’de doğdu. Niğde Dumlupınar İlkokulu (1946), Niğde Ortaokulu (1949), dört yıla yakın İstanbul’daki lise öğrencilik yılları (1949-23.6.1953), Niğde Lisesi (1955), Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi (1959) mezunu. Bir süre öğretmenlik yaptı. (1962-1967). Genelde serbest avukat olarak çalıştı.

  • Galeri

  • İletişim