EDEBİYATIMIZA ÖLÇÜ GETİREN AKADEMİSYEN-YAZAR ORHAN OKAY

Yazımın başlığına ne yazayım diye bir süre düşündüm, sonunda bu başlığı koydum. Elbette bu iki kelime, insani ve vicdani ölçüler, edebi bilgilerle birlikte, ne kadar önemlidir onun kaleminde.

Yakalanan insani seviye, elitlerin yakaladığı hoşgörü, kültür ve ahlak seviyesi, bu toprakların (Türkiye’nin) insanı olarak, kendi kültür ve değerlerimizle şekillenmiş vicdani ölçüler.

Edebi hadiselere ve edebi meselelere bu ölçülerle yaklaşmak ve değerlendirmek. Bende uyanan duyguları ancak bu şekilde ifade ediyorum.

Bazıları, yazarları ve şairleri kavga eder göstermekten, hatta kavga ettirmekten ne çok zevk alır veya ne çok ihtiyaç duyar. Ama edebiyatçımız Orhan Okay, mümkün olduğu kadar objektif sonuçlara ulaşmak için bu iki ölçüyü kullanmayı ihmal etmezdi. Olayı, hayatın akışını, tarafların kültür seviyelerini göz önünde tutar, kendi insanlığında ve vicdanında tartar, onu öyle yazardı. Çünkü edebiyatçı-şair ve yazar- güzeli güzel bir şekilde ifade ederken, hem kendini hatırlatan bir yazıya imza atar, hem de toplumun düşünce ve estetik duygularına genişlik ve yükseklik kazandıran bir işlevi de yerine getirmiş olur.        

Toplumun kültür ve zevk seviyesi kalem sahiplerinin ve sanatkârların himmetinden iyilikler, dostluklar beklemektedir.          Toplum, sanatkârların görevlerini yaparken; her yönü ile toplumu düşünerek; bir dostluk, hem de huzur ve güven ortamının sağlanması için bu duygudaşlığın ve vatanda kader birliği etmenin huzur ve zevkini tattıran, ona bir tefekkür ve bir mukayese imkânı veren sanat ortamını kurmalarını bekler.

         Sanat, toplumun her geçen zaman parçasında kalkınan, insan kıymeti bilen, demokrasi ve hürriyet ortamının değerini anlayan bir yapıya; kusurları daha aza inmiş olarak; ulaşmasına yardımcı olur.

Orhan Okay hoca öyle birkaç paragrafla anlatılacak gibi değil. Ben onun Tevfik Fikret-Mehmet Akif sürtüşmesini anlatan makalesini esas alarak bir yorum vermek istiyorum.

Dergah yayınları arasında 1990 yılında yayınlanan “Sanat ve Edebiyat Yazıları” adlı kitabının 143-158. Sayfalar arasında yer alan “Tarih-i Kadim Münakaşaları Dışında Tevfik Fikret ve Mehmet Akif” başlıklı yazı her cümlesi ile tekrar tekrar okunması gereken ilginç bir makaledir. Çünkü aynı dönemin şairleri, aynı tesirleri hissetmiş ve ortak birçok yönü bulunan bu iki edebiyat hatırası, bazı muhitlerde, karşımıza daima kavga etmiş ve hiçbir ortak yönü olmayan iki şair olarak anlatılmıştır. Bu sebeple Akif’i sevenler Tevfik Fikret’i ağızlarına almamışlar, Tevfik Fikret’i sevenler Akif’ten nazlanarak bahsetmişlerdir.

Tevfik Fikret 1867 yılında, Mehmet Akif 1873 yılında doğmuş, aynı dönemin şairleri diyebiliriz. 

“Aynı nesle mensup saydığımız Fikret’i ve Akif’i, devri içinde tesiri altına alan müşterek bir ruhtan bahsedebiliriz. Nitekim Yahya Kemal bir yazısında Fikret’in ‘felsefede muarızı olduğu derecede sanatta muakkibi olan Mehmet Akif Bey’ diye bir söz sarf eder. (1) Bu cümlenin devamında başka bir açıklama olmadığı için,  Akif’in hangi hususta Fikret’in sanatını takip ettiği hakkında, Yahya Kemal’in düşüncesi neydi, bilemiyoruz. Ancak çeşitli yazılarının değişik yerlerinde başka vesilelerle söyledikleri arasında, Fikret’in başlattığı ‘ şiirin nesre yaklaşıp söz haline gelmesi, aruzun Türkçeye intibak ettirilmesi ve aruzla yerli lehçenin ifade edilmesi’, gibi maddelerde Akif’in büyük bir merhale kat ettiğini belirtmektedir. Görüldüğü gibi Yahya Kemal’in tespitleri şiirin dili ve tekniği meselesine münhasır kalmaktadır.”( Orhan Okay. Sanat ve Edebiyat Yazıları. 1990-İstanbul, s:143)

         Meseleler, ayrıntıların aydınlığından uzakta kalırsa, bir takım müphem noktaları genel kanaat çizgileri ile görünmez kılmak, insani hatalarımızdan birisidir. Beğenmediğimiz bir hali için tamamen yok saymak veya defterden silmek, elbette gerçek aydın bu tuzağa düşmemelidir. Orhan Okay, ayrıntıların asıl tablodaki önemini her yazısında hissettiriyor.

         Makalenin devamında : “Fikret’in  ‘Tarih-i Kadim’ şiiri ortaya çıkıncaya ve Akif’in o şiirden haberdar oluncaya kadar- zira ‘Tarih-i Kadim’ 1905’de kaçak olarak ve yakınlarının verdiği bilgilere göre Fikret’in izni olmaksızın basılmıştır. Mehmet Akif’in Fikret hakkındaki intibaları hiç de menfi değildir. Hatta Eşref Edip de,  Hasan Basri Çantay da, Akif’in Fikret’i sevdiğini ve onun şiirine kıymet verdiğini hatıralarında kaydederler. Ayrıca Eşref Edip, Akif’in ‘şirinde derinlik olmamakla beraber teknik ve disiplin bakımından Fikret’in şiirinin takdire değer’ olduğunu ifade ettiğini yazar.” (A.G.E. S:143-144)

Akif’le Fikret’in İkinci meşrutiyet döneminde aynı üniversitede ders verdiklerini ve tanışmalarının da o yıllarda olduğunu Mithat Cemal Kuntay hatıralarından öğreniyoruz.

Makalenin devamında Fikret’in  “çabuk kırılan, küskün, geçimsiz mizacını” anlatan,  dostluk kurulması zor kişiliğini belirten cümleleri, Fikret’i biraz daha yakından tanımamızı mümkün kılıyor. Yalnız bu iki şiiri şairlerinin isteyerek yayınlatmadıklarını düşünürsek, bu iki şiirin bir kızgınlık anında yazıldığı ve bu sebeple eserlerine almadıkları gerçeğini de gözlerden uzak tutmamak gerektiğini söyleyebiliriz.

Şiirlerinde konu ortaklığı, söyleyiş benzerlikleri, birinin hayali olayları, diğerinin hayatın içindeki olayları anlattığını, örnekler vererek anlatan makale, üzerinde durulacak birçok önemli noktayı içermektedir.

Bende uyandırdığı intibaı sorarsanız, Orhan Okay Hoca, konunun etkisinde kalmadan, her bir değerlendirmenin bir dayanağının bulunması gerektiği, ya değilse anlatmayı düşündüğümüz konu yerine peşin hükümlerimizi yazılarımıza hakim kılmaya kalkarsak,  böyle bir bakıştan edebiyatımıza bir fayda, bir kazanım sağlamak mümkün değildir der gibi geldi bana. 

Onu saygıyla ve rahmetle anıyoruz.

  • 18.12.1933’te Niğde’de doğdu. Niğde Dumlupınar İlkokulu (1946), Niğde Ortaokulu (1949), dört yıla yakın İstanbul’daki lise öğrencilik yılları (1949-23.6.1953), Niğde Lisesi (1955), Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi (1959) mezunu. Bir süre öğretmenlik yaptı. (1962-1967). Genelde serbest avukat olarak çalıştı.

  • Galeri

  • İletişim