DÜŞÜNMEK BENİM HİSSEME DÜŞTÜ

Ne düşünüyorsun diye soran dostlara, toplum ve toplumun geleceği için düşünmek bana düştü dedim.

Bizde düşünmek dertlenmek anlamına kullanılır. Demek istiyorlar ki senin dertlenecek bir konun yoktur niye düşünceli duruyorsun. Hâlbuki o kadar düşünülecek konu var ki… Çoğunluk bu karmaşa ile bunalmış, yapılan ısrarlı tekrarlarla tablonun tamamına değil de bir noktasına bakma telkinlerinin gözden neleri kaçırıldığını farkında değil.

Bir defa Türkiye nereye doğru götürülmek isteniyor? Bu soruyu millet fertlerinin kendi kendine sorması gerekir. Çoğulcu, demokrasinin ulaştığı seviyeyi yakalamaya doğru mu, yoksa tek adam yönetimine yani yüzyıllar öteye mi götürülmek isteniyor?

Milli iradenin üstünlüğünü savunmak bütün bu yetkilerin bir kişiye devrini mi telkin ediyor yoksa insana ve düşüncesine saygıyı esas alan, haklarını hürriyetlerini teminat altına alan bir idareyi mi yoksa ağzından çıkanın kanun sayıldığı bir yönetimi mi çağrıştırıyor? Milli iradeyi nasıl oluyor da bir kişi temsil edebileceğini savunuyor? Seksen milyon insanın bir araya toplanıp bir karar alması mümkün olmadığına göre, milli iradenin bir kişiye devri diye bir düşünce bir gerçek gibi nasıl ortaya atılıp da arkasında durulabiliyor bunu anlamak mümkün değildir.

Tarih içinde yönetimler hep bir kişinin yönetimi ile başlamış ve zaman içinde kurullar oluşturulmuş ve onların idareye katkı vermeleri sağlanmıştır. Daha sonra idare edenlerin yetkilerinin sınırlandırılması ve vatandaşın hayat hakkının, düşünce ve inanç özgürlüğünün sağlanması mücadelesi verilmiş ve hukuk nizamı fevkalade bir gelişme ile klasik demokrasinin hükümlerini uygulamaya getirerek vatandaşı, otoriter idarelere karışı bir güvenceye kavuşturmuştur. Yani tek adam yönetiminden parlamentoların ve onların şekillendirdiği yönetimlerce idareye imkân sağlamıştır.

Hukukun ulaştığı seviyeden habersiz anlayışlar çağlar öncesini unutarak, vatandaşa geriye gitmeyi bir gelişme olarak sunmaya çalışıyor. Bu duruşta vatandaşın sağduyusuna güvensizlik, nasıl olsa unuturlar, mukayeseden yoksun mantığı benimserler varsayımı ile mesnetsiz propagandaya devam edileceği anlaşılmaktadır.

Kalkınma vaatleri ne derece gerçekçidir sorusunu soralım. Kalkınmanın tek vasıtası para değildir. Para olsaydı Ortadoğu dünyanın en kalkınmış ülkeleri olurlardı. Paranın yanında genel kültür ve entelektüel birikim gerekir. Yani bilimin ve sanatın gelişeceği bir bilgi ve kültür ortamının kurulmuş olması gerekir. Bu da ancak klasik demokrasi ile sağlanabilir. Onun için tek adam rejimlerinde beklenen kalkınmaların gerçekleşemediği istatistik rakamlarla sabittir. Öyleyse milli gelirin üç kata çıkacağı iddiası mesnetsiz kalmaktadır.

2017

  • 18.12.1933’te Niğde’de doğdu. Niğde Dumlupınar İlkokulu (1946), Niğde Ortaokulu (1949), dört yıla yakın İstanbul’daki lise öğrencilik yılları (1949-23.6.1953), Niğde Lisesi (1955), Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi (1959) mezunu. Bir süre öğretmenlik yaptı. (1962-1967). Genelde serbest avukat olarak çalıştı.

  • Galeri

  • İletişim