DİLDE, BİLİMDE, EĞİTİMDE UYANIK BİR ZEKÂ, PROF.DR. OKTAY SİNANOĞLU

Onu televizyon programlarından tanıdık, çünkü o bizim konularımızın dışında ve üstünde, uluslararası arenada moleküler biyoloji dalının ilk profesörlerinden birisi... Dünya matematiğine; ELLİ YILDIR çözülmeyen bir problemi çözerek; adımızı ve adını bilim dünyasının siciline yazdırdı. Sonra dünyayı saran İngilizce hayranlığının perdelerini ve ötesini görerek; bence hepimize şöyle seslenmek istiyordu: Ey Türkçe konuşan insanlar, tarihte adı Türk olarak yazılanlar, biliyor musunuz konuştuğunuz dil, dillerin hem konuşulduğu saha, hem de özellikleri itibarı ile dünyanın sayılı dillerindendir. Unesco Türkçeyi, konuşulduğu saha itibarıyla üç dil arasında saymış, konuşanların sayısı bakımından da dünyanın beş dilinden berisi olduğunu kabul etmiştir. Dilbilgisi kuralları yönünden de, İstisnası az olan, seçkin bir dildir Türkçe, onun hem kıymetini bilelim, hem de sahip çıkalım. O bizim yegâne anlaşma vasıtamızdır ve hepimize ait bir zenginliktir.

         26 Yaşında Profesörlük payesi verilen Sinanoğlu, Harvard ve Yale üniversitelerinde yüksek düzeyde, Kuantum kimyası ve fiziği konusundaki nazarileri anlattı, ünü bütün bilim dünyasına ulaştı,  bilim merkezlerinin aradığı insan oldu. 1975 yılında Japonya’ya büyükelçi olarak atandı. Onun kariyer macerası başlı başına bir konudur ve ancak ayrıntıları ciltler dolduracak aydınlık ve parlak bir yükselişi ifade eder.

         ODTÜ’de sürdürülen İngilizce eğitimin Türkçe yapılması gerektiği tezi ve oradaki kuramsal kimya bölümünü kurması ve Türkçe eğitim için verdiği mücadele, özel ihtisası dışındaki kültür ve eğitim muhitleriyle de buluşmasını sağladı. Televizyon programları en çok ve zevkle izlenen programlar haline geldi. Bu konuşmaları kitaplar halinde okuyucuya ulaştı. Dil bilincinin tekrar pırıltılı hale gelmesinde onun payını unutmamak gerekir.

         Tabii ki ilmi metodu, bir meseleye nasıl yaklaşılması gerektiğini bilen Sinanoğlu, meseleye bakarken hiçbir zaman bir aşağılık kompleksine düşmedi, temel bilimler olsun, kendi sahalar olsun, esnanlarıyla her sahada ve her halükarda yarıştığını ve yarışa hazır olduğunun bilinci ile meseleleri eşitler arası bir anlayış ve rahatlıkla ele aldı, konuştu ve münakaşa etti. Avrupa ve Amerika deyince eziklik duyanlara, bu isimleri kırmızı görmüş boğa gibi hüzünlenenlere hayretle baktı. Gelişmişlik ölçüsünün bir zekâ ve birikim ve metot meselesi olduğunu bilen ve kopyacılıktan, toptancı inkârcılıktan hoşlanmayan örnek bir aydın hüviyetiyle ülkemizin yüz akı olmayı başardı. Onu hem saygıyla anıyor, hem de bilim dünyamızı kısır çekişmelerden ve kolaycılıktan ve siyasi rantçılıktan kurtarmak için örnek alınması gereken bir gerçek aydın olması sebebiyle bu satırları yazmak ihtiyacını duyduk.

                   Yabancı dil öğrenmek ayrı, yabancı dille eğitim başka bir şeydir. Artık yabancı dil öğrenmeyelim diyecek çağdışı bir düşünce aransa bulunması mümkün değildir. Yabancı dille eğitim; Türkçenin üzerine kuma getirmek gibi; istenmeyen sonuçlar doğuracak gidişlere de münasip lisanla dur demek gerekiyor. Böyle bir gerçek gözümüzün önünde iken okullarımızda Türkçeye ayırdığımız zaman ve ihtimam, titizlik ne derece tatminkârdır? Temel bilimler dediğimiz matematik, fizik, kimya ve biyolojiye verdiğimiz önem nerelerdedir, gelişmiş ülkelerdeki eğitimle mukayese edildiğinde varılacak sonuç iç açıcı ve yürek soğutucu derecelerde mi, yoksa bizleri kaygılara düşürecek durumda mıdır? Üzerinde dikkatle durulup düşünülmesi gereken hususlar bunlardır.

         Çağa damgasını vuran bilim ve teknolojinin bugün araştırdığı öncelikli konular nelerdir? Bugün bilim nelerin peşindedir ve biz eğitim olarak nelerle meşgul ve neyin peşindeyiz? Çocuklarımıza öncelikle neleri öğretiyor ve neleri telkin ediyoruz? Eğitim müfredatında, metodun yeri ve önemi konusunu hiç olmazsa kelime, kavram olarak sunuyor muyuz?  Onlara sistemli düşünmeye ve mukayese etmeye, yorum yapmaya imkân veren bir altyapı için yeterli gayreti gösteriyor muyuz? Onlara vermeye çalıştığımız bilgi kırıntılarından ne kadarını içselleştiriyor ve imtihanlarda alınan sonuçlar; milli eğitimdeki gidişimize, olumlu bir not vermemize yetiyor mu, yani biz ulaştığımız sonucu tatminkâr buluyor muyuz?

         Eğitim dosyasıyla Oktay Sinanoğlu’nu rahmetle anmak arasındaki ilgiyi düşününce ürperdim. İnsan toplumda sözleri, hareketleri ve eserleriyle örnek teşkil eden bir görüntü kazanmışsa onun hayatı ve fikirleri elbette istifade edilmesi gereken bir kaynaktır, bir zenginliktir. Bu bizim iyi örnekleri çoğaltmak gayretlerimize de hız kazandıracaktır. Bakınız, Ahmet Hamdi Tanpınar’ın “19. Asır Türk Edebiyatı Tarihi” adlı eserine bir takdim yazısı yazan Prof. Dr. Mehmet Kaplan, “ Tanpınar üniversiteye geldiği yıl, ben de üniversiteden yeni mezun olmuş ve asistan olarak kalmıştım. 1939 yılından ölüm tarihi olan 24 Ocak 1962’ye kadar, milletvekili seçildiği ve Avrupa’ya gittiği zamanlar müstesna hemen hemen her gün bu son derece canlı ve neşeli ve yaratıcı şahsiyetin yanında bulunmak ve onunla konuşmak saadetine nail oldum. Sonsuz denebilecek bir tecessüs, okuma iştihası, sanat zevki, ince sezişleri, vazife duygusu ve insanî meziyetleri vardı. Kelimenin en hakiki manasıyla Avrupalı fakat aynı zamanda da en derin ve güzel şekilde millî idi. Türk tarih ve medeniyetini kendi deyimi ile - şahsi bir hayat macerası gibi yaşamış-, onun başarılarıyla beraber eksikliklerini de içinde duymuş ve büyük bir vuzuhla görmüştür.”(Prof. Dr. Mehmet Kaplan. , Ahmet Hamdi Tanpınar’ın 19. Asır Türk Edebiyatı Tarihi. Çağlayan kitabevi,1985, adlı eserine yazdığı takdim yazısı. S:xııı)

         “Tanpınar, çağrışımları zengin, kesif ve sanatkârane üslup kullanmaktan hoşlanan bir yazardır.   İnsanın vücudu gibi düşüncesi de zor egzersizlerle gelişir. Mesele sarf edilen cehitle değerli bir şeyler kazanılıp kazanılmamasıdır.”(A.g.y. s: xıv)

         “Sonsuz denebilecek bir tecessüs, okuma iştihası, sanat zevki, ince sezişler, vazife duygusu ve insanî meziyetlerin sahibi ve kelimenin en hakiki manasıyla Avrupalı fakat aynı zamanda da en derin ve güzel şekilde millî idi.”

         Yukarıdaki cümleleri, kullanıldığı yeri ve kimin için ve kim tarafından kullanıldığını anlatmak ve okuyucunun dikkatlerine sunmak için aktardım. Tecessüs, okuma iştihası, sanat zevki, ince seziş, vazife duygusu, insanî meziyetler. Bütün başarılı bilim insanlarımızın, sanat ve edebiyat insanlarımızın paylaştığı meziyetlelerdir. İşte Oktay Sinanoğlu’nun başarılı hayatının birinci unsuru, farklı bir dalda, fen bilimlerinde bir zirve, onun hayatındaki tırmanış biraz daha hızlı ve irtifa olarak da uluslararası yüksek bir noktaya ulaşmayı başarmasıdır. Kuşkusuz ikinci önemli nokta, en derin ve güzel şekilde millî olmasıdır, gençlere dilimizi, edebiyatımızı, tarihimizi ve manevi değerlerimizi; o buna gönül diyordu; gerektiği gibi öğrenmelerini ve ulaşmak istedikleri uzmanlık alanını böyle sağlam ve sağlıklı bir zemine oturtmalarını tavsiye etmesidir.

         Ülkemizin bilgi üretmekteki kısırlığının sebepleri üzerinde düşünenlerden birisi de Sinanoğlu idi. Bu düşünce ve bilgilerin en güzel şekilde ifade edilebilmesinin tek kaynağı ve dayanağı Türkçenin; tarih içindeki kazanımlarıyla birlikte;  bütün genişliği ve zenginliği ile yeni nesillere aktırılmasındaki ihmalkârlığımız onun en büyük ıstıraplarından birisi idi.

         Birçoklarının farkında olmadan tekrarladığı İngilizce dil olarak 500 yıl önce olmayan bir dil, kelime türetme kabiliyeti olmayan ve bu ihtiyaçlarını geçmişte Latince ve Grekçeyle gidermeye çalışan bir dil, bugün ise bir kelime öbeğinin baş harfleriyle, güya terim üretmeye çalışmaktadır. Türkçe bu konuda tamamen bir matematiksel bir dil, istersen bir milyon kelime üret bu kadar kelime üretme imkânlarına sahip bir dil. (Oktay Sinanoğlu’nun Bir Nev-York Rüyası “Bye Bye” Türkçe, adlı eserinde geniş açıklamalar var.) Eğitimini böyle zengin bir dille yapma da, onun tabiri ile Anglomanlıca ile eğitim, olacak şey mi?

         Eğitim konusunu enine boyuna tartışırken, Türkçe ve Türk edebiyatı için neler yapılabileceğini de konuşmak, tartışmak durumundayız. Birçok diplomalı aydının konuşurken ve yazarken, anlam kaymasına imkân verecek kadar, kavramları yerinde kullanmadıklarını, telaffuz hataları yaptıklarını görüyoruz. Hangi bilim dalında yükselmeyi düşünürseniz düşününüz, onu ifade edecek kadar dilimizi pürüzsüz ve kusursuz konuşacak ve yazacak hale gelmemiz gerekir.

         Türkçenin tarihi seyri ve gelişimi hakkında yapılacak daha çok araştırmaya ve gayrete ihtiyaç vardır. Temel bilimlerde halimizi önsözde kısaca arz etmiştik, bu işin eğitim safhasındaki göze görünenleri, laboratuvar çalışmalarının ne safhada olduğunu bilmiyoruz. Ama bilinen bir şey varsa, o da eğitimin istenen bir seviyeyi yakalamamış olmasıdır.

         Geldiğimiz bu noktada kusurlarımız ve eksiklerimiz nelerdir? İşte kusur ve noksanlarımızı söyleyen ve yazanlardan seçkin birisini kaybettik. Bu güçlü ve imanlı insan, eserleriyle ve konuşmalarıyla bizlere, yönetenlere seslendi. Türkçe elden gidebilir, böyle aymazlık olmaz, kendimize gelelim ve bu güzel tarihin ve ataların yadigârı ve tek anlaşma vasıtamız Türkçeye bir daha bakalım, sokaklarımıza, çocuklarımıza, yayın organlarına, televizyon kanallarındaki konuşmalara bakalım dedi. Kim dedi Prof. Dr. Oktay Sinanoğlu. Onun kaybı hem temel bilimler için, hem de Türkçe ve Türkçe âşıkları için telafisi güç bir kayıp olmuştur. Onu rahmetle ve saygıyla anıyoruz.

                                               İsmail Özmel

  • 18.12.1933’te Niğde’de doğdu. Niğde Dumlupınar İlkokulu (1946), Niğde Ortaokulu (1949), dört yıla yakın İstanbul’daki lise öğrencilik yılları (1949-23.6.1953), Niğde Lisesi (1955), Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi (1959) mezunu. Bir süre öğretmenlik yaptı. (1962-1967). Genelde serbest avukat olarak çalıştı.

  • Galeri

  • İletişim