AHMET HAMDİ TANPINAR’A HİTABIMDIR

Kendinle ve denizle tanıştığın Sinop ilinde başlayan serüven; hayatın, anıların ve onların çağrışımı ile kurduğun dünya; ne yazık ki Dünyam’ın gerçekleşmemesi sebebiyle bir kısmı hafızanızda ve kaleminizin mürekkebinde kalmak bahtsızlığına uğramış olsa da, yazdıklarınızın büyülü dünyasından, her nesil istifade etmeye devam edecektir. Dünyam’ın yayın hayatına ulaşmamış olması içinizde ince ve derin bir sızı, bir burkulma yaratıyor. Hayata tutunmak ve ölmemek için seçtiğiniz bu can simidi, birçok kalem ve gönül adamana ne ilhamlar, ne imkânlar vadettiğini, bir edebiyat ve fikir dergisi çatısı altında ne gibi iksirlerin, ne gibi ümitlerin yattığını da böylece ispatlamış oldunuz.

Deniz bir sirayet unsuru olarak hafızanıza ve kaleminize öyle ilhamlar vermiş ki Sinop’taki deniz ile Antalya’daki deniz sizi, gecenin ve zamanın bütün olumsuzluklarına rağmen; odanızın önünde hissetmenin mutluluğunu yaşatıyor da; neden 1918’de yükseköğrenim vesilesiyle tanıştığınız İstanbul anıları; bu zincirin bir halkası olarak görünmüyor? Yoksa kıyıları süsleyen yalıların arasından boğaza ulaşmak biraz da zor mu görünüyordu?  Yoksa “Açık Deniz” hatırına Yahya Kemal ustanıza mı bıraktınız İstanbul’u ve Boğaziçi’ni anlatmayı. Ya değilse Sinop, Antalya derken, her tahayyülün küçük kaldığı o zirveler zirvesi, gönüller sultanı İstanbul’u hatırlamamak mümkün mü?

Açık Deniz’den birkaç mısra:

 

Balkan şehirlerinde geçerken çocukluğum;

Her lâhza bir alev gibi hasretti duyduğum.

Mağlupken ordu, yaslı dururken bütün vatan

Rü’yâma girdi her gece bir fatihane zan.

                                Yahya Kemal Beyatlı

 

İSTANBUL’UN FETHİNİ GÖREN ÜSKÜDAR

 

Üsküdar, bir ulu rüyayı görenler şehri!

Seni gıptayla hatırlar vatanın her şehri,

Hepsi der: “ hangi şehir görmüş onun gördüğünü

Bizim İstanbul’u fethettiğimiz mutlu günü!”

 

 

 

SİSTE SÖYLENİŞ

Birden kapandı birbiri ardınca perdeler…

Kandilli, Göksu, Kanlıca, İstinye nerdeler?

 

Som zümrüt ortasında, muzaffer, akıp giden

Firûze nehri nerde? Bugün saklıdır neden?

 

    Hocana ve üstadına gösterdiğin bu saygı her nesilde devam etmeli. Çünkü:

“Vatanın fatihi cedlerle beraber yaşamak” bu sihirli söz ve taşıdığı derin mana, vatanı düşman çizmelerinden kurtarmak mücadelesini önce duygu ve düşüncede gerçekleştirmek, azim ve kararlılıkla vatana ve hürriyete sahip çıkmak, meseleye ilmin ve hür düşüncenin filizlendiği Üniversiteden başlamak, tarifsiz bir ümit ve tahayyülleri renklendiren aydınlık bir geleceğin habercisi olmuştur.

Sonbahar’da Antalya’da yorgun inleyen; denizin sesi mi, yoksa akşamın hicranıyla yalnızlığı iliklerinde hisseden; Tanpınar’ın bizzat kendisi mi? Bu veremli sarılığı ve bitkinliği ilham eden şehir mi, deniz mi, yoksa senin bir türlü tatmin olmayan ruhun mu? Yoksa şehri mi anlatmak istediniz, Antalya denizini mi, yoksa manzaradaki sembollerle ruhundaki bitip tükenmeyen çalkantıları mı anlatmak istediniz?

 

SONBAHAR’DA ANTALYA

“Ne yorgun inliyor sahilde sesin!

 Ruhunun hicranı akşamla eş mi?

Neye bir veremli hasta gibisin

Ruhunla ıstırap yoksa kardeş mi?

 

Karşı ormanlardan geçen atlı kim?

Deniz, uzaklarda yanan bir şey var…

Ufkun sükûnuna ölüm mü hâkim,

Niçin sustu demin inleyen rüzgâr?”

                      A. Hamdi Tanpınar

 

“Neye bir veremli hasta gibisin

Ufkun sükûnuna ölüm mü hâkim”

 

Mısraları esasında Antalya denizini bahane ederek, şair hicranlarını mı terennüm ediyor. Annesini tifüsten Musul topraklarına bırakıp gelmiş duygulu bir kalbin terennümleri böyle oluyor zahir.

    Yaşadığın hicranın büyüklüğü ve derinliği ancak Antalya gibi Akdeniz’e kucağını açmış bir şehirde, uzaklarda kalmış anıların “uzaklarda yanan bir şey var”, “ufkun sükûnuna ölüm mü hâkim” sorusunu sorduran acılar ancak denize fısıldanırdı, sen de onu çok güzel yapmışsın.

    Ahmet Haşim’in annesini kaybettiği o coğrafyanın size miras kalan kaderi, bu hüznün şekillenmesine bir katkısı olabilir mi diye epey düşündüm. Haşim’le kader birliğinin hicranı da var mı bu duyguların içinde bilemedim.

    Bu ilginç bağlantı yıllar önce kalbime bir şair duyarlılığının ikrarı gibi geldi, “Aynı Kaderin şairi Haşim ve Tanpınar” isimli şiiri ilham etti.

 

    Yıllar önce bir öğrencisi olarak ilgiyle dinlediğin, Kurdun Ölümü’nü yorumlarken, sonra da surlarda Fetih günlerini yaşayan ve zaman kayması içinde ruhi bir tatmini öğrencileri ile beraber duymak isteyen o farklı insan, kişiliğinizin bir şiir ve hülya adamı olmanızın ilk temellerini mi atıyordu? Bu farklı mekânlarda Türk tarihinin azametini ve Türkçenin ifade ve ahenk sırları içinde malzeme topladığını ve bunları yaparken de öğrencilerinin ruhlarına bir ilham gibi bu zenginlikleri koymaya çalıştığının farkındaydınız. Bu mutluluğu sizinle, öğrencileriyle paylaştığını hissediyordunuz.  O izlerde, surlarda, taşlarda her noktada İstanbul’un büyülü siluetini de zihnine derç etmek istediğini, ayrıntılara kadar inerek bir tadat ve tespit yaptığını biliyordunuz.

    Bir mülakata verdiğiniz cevapta: Fuat Köprülü en büyük âlimimizdir. İlk Türk tarihçisidir. Vesikaya bakmayı, cemiyet hadiselerini bir terkip halinde görmeyi ondan öğrendik. Şayanı dikkat bir sezişi vardır. Yazık ki Türkiye’de o da bütün edebiyatımız ve fikir hayatımız gibi yeni nesil tarafından az okunuyor” diyorsunuz. (O.Okay, s:105-106)

   

Not: Dünyam, Ahmet Hamdi Tanpınar’ın yayınlamayı düşündüğü ve uygulamaya geçiremediği derginin adı

  • 18.12.1933’te Niğde’de doğdu. Niğde Dumlupınar İlkokulu (1946), Niğde Ortaokulu (1949), dört yıla yakın İstanbul’daki lise öğrencilik yılları (1949-23.6.1953), Niğde Lisesi (1955), Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi (1959) mezunu. Bir süre öğretmenlik yaptı. (1962-1967). Genelde serbest avukat olarak çalıştı.

  • Galeri

  • İletişim